"Korkunun kendisinden başka korkacak bir şeyimiz yok."    

                      Franklin D. Roosevelt 

 

                                                                                                         Bir Silah Olarak Hukuk:
                                                                                 Totalitarizmin Nazi Almanyası Hukuku’nu Araçsallaştırması

Nazi rejiminin tarih sahnesinde yaşattığı insan hakkı ihlalleri ve kıyımlar düşünüldüğünde bu eylemlerin hukuka aykırı ve keyfi olduğu düşünülebilir. Ancak aşağıda anlatılacak bilgilerden de anlaşılacağı üzere Nazi Hükümeti tüm eylemlerini hukuki sınırlar içerisinde gerçekleştirmiştir. Burada üzerinde düşünülmesi gereken nokta şudur; bir eylemin hukuki dünyada zemininin olması o eylemi meşru mu kılar yoksa eylemi ve eylemin yasal zeminini genel hukuk prensiplerine göre değerlendirmek mi gerekecektir? Dönemin suç ortakları yaptıkları her eylemin kanuni dayanağı olduğunu iddia ederek sorumluluktan kurtulabilirler mi? Fikrimce; bir eylemin bir yerde kanuni olması, eylemi temel hukuk nosyonuna göre hukuka uygun hale getirmez. Nitekim; evrensel hukuk kurallarında; kişinin Yaşama Hakkı, Hürriyet Hakkı, Vücut Dokunulmazlığı Hakkı, İşkence Görmeme Hakkı ve Onurlu Bir Yaşam Sürme Hakkı gibi insanın salt insan oluşundan bundan dolayı değerli olduğu düşüncesiyle birçok çekirdek hakkı mevcuttur. O halde bu eylemler, temel evrensel hukuk misyonuna aykırılık teşkil edecek, kanunları ise sadece bir suç örgütü manifestosundan ibaret olacaktır. En nihayetinde de fiilin temelinin dayandırıldığı hukuk kuralının özü ve kaide uygulandığında toplum ve bireyin temel hakları açısından ortaya çıkacak sonuçları değerlendirilmelidir şayet kanun çürükse bu çürük zemine yapılacak her yapı yıkılmaya mahkûmdur. 

Nazi İktidarı, yaşamın her alanında bireylere zehirli ideolojisini empoze etmekle kalmamış adeta onları rejime sadık birer köle, ayrıyeten işlenen insanlık suçlarına da şerik yapmıştır. Rejimin düşman profil olarak bellediği muhalifler, Yahudiler, komünistler ve daha birçok rejim karşıtı kesim katledilmiş, mahkûm edilmiş, fiziksel ve psikolojik işkenceler görmüştür. İfade, düşünce, inanç özgürlükleri ortadan kaldırılmış sadece rejimin fikirlerinin yayılması ve egemen olması amaçlanmıştır. Nürnberg Yasaları ile Yahudilerin sosyal ve siyasi hakları ellerinden alınmış, azınlıklara karşı tarihe geçecek “insanlığa karşı suçlar” işlenmiştir. Tüm totaliter rejimler, hukuku kendi menfaatleri doğrultusunda değiştirir ya da içini boşaltarak toplumu sürekli baskı ve gözlem altında tutar, adeta hayatın her alanında bir denetim mekanizması haline gelirler. Bu rejimle yaşamak zorunda kalan bireyler öyle bir manipülasyona maruz kalırlar ki, kendi içlerinde düşündükleri muhalif düşüncelerinden dahi korkar hale gelirler. Bu mutlak korku bireyin sürekli baskılanmasını rejimin de varlığını sürdürmesine sebep olur. Birey varoluşunu, düşüncelerini, ahlak anlayışını kaybedip rejimin bir kuklası haline gelir. Hukukun zamanla nasıl bireylere yöneltilen silah haline geldiğini idrak edebilmek için totalitarizmi ve dönemin Almanyası’na kısaca göz atmak gerekir. 

Totalitarizm, devletin yetkilerini merkezileştirdiği,bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin tamamına müdahale ettiği anti-demokratik bir sistemdir. Bu sistem toplumun politik, sosyal, ekonomik alanlarının tamamına tezahür ederek devletin mutlak otoritesini koruma gayesi güder. Kelimenin kökeni irdelendiğinde, İtalyanca “totalitario” kelimesinden üretildiği bilinmektedir. Keza tarihte ilk olarak 1920’lerde İtalyan Filozof Giovanni Gentile tarafından İtalya Faşizmi’ni tanımlamak için kullanılmış, bununla birlikte Faşist İtalyan Lider Mussolini mevcut dikta yönetimini bu kavrama olumlu anlamlar yükleyerek güçlendirmiştir. Modern siyasi tarihte ise liderlerin ve toplumun bazı kesimlerinin dikkatini çekmiş, kendi menfaatleri doğrultusunda geliştirilmiştir. Örneğin;dünya politik bilincine oldukça derin trajediyle kazınan Nazi Almanyası, totaliter rejimin en azılı uygulayıcısı haline gelmiştir. Bu rejim, Alman Hukuku’nu iktidarın politik duruşu ve menfaatleri doğrultusunda şekillendirmekle kalmamış hukuku, birey için güvence ve koruma sağlayan mekanizma olmaktan uzaklaştırarak bireylerin temek hak ve özgürlükleri bakımından aşılması güç bir duvar haline getirmiştir. Totalitarizmin istikrarlı gelişiminin sebebi; sosyal, ekonomik, kültürel ve politik açıdan kapsamlı düzeyde gerçekleşen savaş sonrası değişikliklerden etkilenen ülkelerin, yönetim anlayışlarını ve biçimlerini de yeniden tanımlama ve anlamlandırma çabasına girmesidir. Totalitarizm kavramsal açıdan çeşitli şekilde tanımlanmıştır, kimileri toplum için olumlu ve gerekli olduğunu düşünürken kimi yazarlar onu ‘’tiranlığa’’ benzetmiştir. Örneğin, Hannah Arendt’e göre ‘’bu yönetim biçimi antidemokratik yönetimlerden dahi daha kötü ve insanlığa en büyük kötülüktür.’'

 

 

                                                                                    

 

NAZİ ALMANYASI TOTALİTARİZMİ 

Savaş ülkeleri, 1.Dünya Savaşı’nın yıkıcı tahribatından sonra kendilerini toparlama ve değişim mücadelesine girişmişlerdir. Savaşın en önemli sonuçlarından biri güçlü imparatorlukların yıkılmış olmasıdır. Almanya savaşta mağlup olmasından sonra Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm tahttan alınmış, yüzyıllardan beri imparatorluk ile yönetilen halk, yeni Weimar Cumhuriyeti’nin kurulmasına henüz adapte olamamıştır. Alman Halkın’ın büyük çoğunluğu Almanya’nın eski gücünü ve zenginliğini tekrar imparatorluğun geri getireceğini düşünmüştür. Ülkelerinin yenilmesi, 1930’un sonlarında yaşanan küresel ekonomik krizin yarattığı açlık ve sefalet toplumda öfke yaratmış, halk kendi içinde politik görüşlere ayrışmış ve birbiriyle siyasi konularda sıklıkla çatışmaya başlamıştır. İktidarda olan sosyal demokratlar yenilgiden ve kötü yönetimden sorumlu tutulmuş, milyonlarca insan işsizlik ile mücadele etmiş, hükümet ise yüklü savaş borçlarını ödemeye çalışmıştır. Ardı ardına yaşanan bu krizler sürekli yeni seçimlerin olmasına ve iktidarın egemenlik gücünü zedelemiş, halkın da iktidara olan güvenini zedelemiştir.

Kamu düzeninin bozulduğu, toplumda ve iktidarda fikir ayrılıklarının yaşandığı bu ortamda Nasyonel Sosyalist Alman İşçi Partisi, 5 Ocak 1919 tarihinde 6 kişi tarafından küçük bir siyasi parti olan kurulmuştur. O dönemde Adolf Hitler devletin istihbarat ajanı olarak çalışmakta olup, yeni kurulan NSAİP’ın partinin merkezinde kendisine rapor tutma görevi verilmiştir. Görevini icra ederken parti lideri Drexler’in toplantısındaki konuşmasından etkilendiği için parti üyesi olmuş daha sonra güçlü hitabet yeteneği sayesinde çok kısa süre içerisinde parti içinde yükselmiştir. Hitler zamanla parti içinde güçlü bir konuma ulaşmış olup parti içinde etkinleşmiştir. Hitler 24 Şubat 1920'de 25 maddelik parti programını açıklamış, partinin Alman Milliyetçiliği ilkesiyle ilerleyeceğini ekonomik açıdan ise Anti-Marksist çizgide Sosyalist ilkeleri benimseyeceğini duyurmuştur. ancak Adolf'un en büyük düşmanı olan komünizm fikri, Almanya'da popülerleşmeye başlamıştır. Bu değişim Almanya'nın en büyük siyasi partisi olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin büyümesine sebep olmuş, Hitler, sosyalizmi örnek olarak "devlet" kelimesiyle yeniden tanımlama ihtiyacı hissetmiştir. Parti üyeleri kendilerini Nasyonal Sosyalistler, daha az sıklıkla Naziler olarak adlandırmaya başlamışlardır. Hitler, NSAİP’ın içerisindeki başarılarından ötürü parti başkanlığını devralmış, milliyetçi ve sosyalist ilkeleri yoğunlaştırarak Nasyonel Sosyalizmi partinin resmi ideolojisi haline getirmiştir. Partinin yükselişinden önce, "nazi" kelimesi halk arasında geri kalmış ve beceriksiz köylüler için aşağılayıcı bir terim olarak kullanılırken yoğun taraftar toplamamıştır. Bu taraftarlar artık kendilerine nazi olarak adlandırmaktadır. 

Yapılan yetkin çalışmaları ile zamanla NSAİP içerisinde destekçileri artmış Hitler ve General Erich Ludendorff kitlesinden aldıkları cesaretle Almanya’nın Bavyera Eyaleti'nin yönetimini ele geçirmek için 1923 yılında başarısız bir girişim olan ‘’Birahane Darbesini’’ gerçekleştirmişlerdir. Hitler, olaylar sırasında yaralanmış akabinde yeri tespit edilip vatana ihanet suçuyla tutuklanmıştır. Ayaklanma, Adolf ilk kez Alman kamuoyunun dikkatini çekmiş ve dünya çapında manşetlere taşımıştır. Hitler, hapishanede sadece dokuz ay yattıktan sonra serbest bırakılmıştır. Daha sonraları ise devrim ve şiddet yerine yasal yollarla iktidarı ele geçirmeye, buna göre taktik değiştirmeye ve Nazi Propagandası’nı daha da geliştirmeye odaklanmıştır. Hitler hapis cezasına mahkûm edildikten sonra NSAİP’ın faaliyetleri durdurulup kapatılmıştır. Adolf hapishaneden çıktıktan sonra parti çalışmalarına el altından devam etmiş ancak bu sefer hapishaneye girmeden önceki Almanya’dan daha farklı bir anlayış ile karşılaşmıştır. Çünkü iktidarın ekonomi politikaları başarılı olmuş,enflasyon kontrol altına alınmış, halk ekonominin düzelmesiyle demokratik bir duruşa yaklaşmıştır bu sebeple halk darbe geçmişi olan Hitler’e daha mesafelidir. Hitler bu durumu analiz ettikten sonra taktik değiştirmiş ve demokrasi taraftarı gibi duruş sergilemiştir. 

 

HİTLER’İN YÜKSELİŞİ VE İKTİDARI

1929 yılının sonbaharında dünya çapında "Büyük Buhran" adı verilen bir ekonomik kriz başlamıştır. Milyonlarca Alman işini kaybetmiş, 1930'ların başında işsizlik, açlık, yoksulluk ve evsizlik Almanya'da ciddi sorunlar haline gelmiştir. Alman Hükümeti, küresel ekonomik krizin yol açtığı sorunları çözmekte zorlanmıştır. Toplum arasında yaşanan ayrışma yeni yasaların çıkarılmasını neredeyse imkansız hale getirmiştir. Çoğu Alman, mevcut siyasi liderlerin ülkeyi layıkıyla yönetebileceğine olan inancını yitirmiştir. NSAİP tekrar faaliyetlerine devam etmiş olup siyasi çıkmazdan usanmış halkı cezbetmek için propaganda kampanyalarıyla ekonomik ve siyasi kargaşadan yararlanmıştır. Akabinde Almanya'da parlamento seçimleri yapılmış, Naziler %18 oy oranı kazanarak ciddi bir başarı elde etmişlerdir. Bu durum Naziler’in aşırı ve marjinal bir siyasi hareket olduğunu bilen bazı Almanları bile şaşırtmıştır. Adolf Hitler ve Naziler, güçlü bir Almanya inşa etme vaadiyle taraftar toplamıştır. Naziler toplumun ana problemlerin çözüleceği hakkında halka bazı büyük sözler vermişlerdir bunlar; ekonomiyi yeniden inşa etmek ve işsiz insan bırakmamak, Almanya'yı Avrupa'da ve hatta tüm dünyada güçlü bir ulus yapmak gibi iddialı vaatlerdir. Ayrıca milliyetçileri kendi taraflarına çekecek bir vaatleri de; Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya'ya kaybedilen toprakları geri almaktır. Günün sonunda bu vaat aslında onların sonunu da getirmiştir. Güçlü ve otoriter bir Alman Hükümeti kurma Alman etnik kökenine sahip tüm Almanlar’ı birleştirme düşüncesi halkın büyük çoğunluğunu etkilemiştir. Naziler bu vaatlerle fakir insanların umutlarını, milliyetçi insanların ideallerini sömürmeye başlamışlardır.

Adolf,  1933'te aniden diktatör olarak tarih sahnesine çıkmamıştır çünkü şansölye olarak atandığında Almanya'nın demokratik olan anayasası hâlâ yürürlüktedir. Ancak Hitler, Almanya'yı dönüştürmek için demokratik siyasi sistemi kendi lehine kullanmıştır. Hitler ve diğer Nazi Liderleri, ülkenin demokrasi anlayışını ortadan kaldırmak ve bir diktatörlük kurmak için mevcut yasaları kullanmıştır. Başkan Hindenburg, Ağustos 1934'te öldüğünde, Hitler kendisini Almanya Şansölyesi ilan etmiştir. Hitler’in totaliter rejiminin ilk hamlesi; 27 Şubat 1933 tarihli ‘’Reichstag’’ yangınından sonra   Alman Anayasası’nın ‘’temel hak ve özgürlükleri’’ ile ilgili hükümleri bertaraf edecek bir kararnamedir. Bu kararname sözde bozulan düzeninin yeniden tesisi için imzalamıştır. Hindenburg’un ölmesi sebebiyle 19 Ağustos 1934 tarihinde yapılan referandumla %89,93 “evet” oyu çıkarak Hitler Cumhurbaşkanı olmuş, bununla birlikte Şansölyelik görevini de sürdürmesine halkın ezici çoğunluğu tarafından karar verilmiştir.

 

                                        

TOTALİTER NAZİ ALMANYASI 

Nazi Almanyası'nın ana propagandası; toplumun muzdarip olduğu konulardan biri olan; olumsuz ekonomik koşulları ve sosyal olaylarının sebebinin karşıtı oldukları kesim olmasıdır. Bu propagandaya göre; düşman olan bu kesime karşı savaşma ve onları yenmek Almanya’yı tekrar kalkındarmak ve güçlendirmek için zaruri bir ihtiyaçtır. Düşman taraf olarak da halkın büyük çoğunluğu ciddi açlık ve sefalet ile mücadele ederken Alman Halkı’nın aksine daha varlıklı olan Yahudiler ve komünistlerdir. Keza Adolf’a göre 1. Dünya Savaşı’nın yenilgisine de komünistler sebep olduğundan onlar tüm Almanlar için tehlikedir. Esasen antisemitizm fikri Nazi Almanyası ile başlamamış, Hitler sadece bu dönemin iklimini iyi yakalamış ve zaten bu durumdan muzdarip olan halkı nefrete boğmuştur. Zaten 19. yüzyılda ulus-devlet anlayışının gerilemesi ile antisemitizm fikri yükselişe geçmiş yahudiler Almanya’nın bürokrasisinde ve Alman bankalarında artık hakimiyetlerini yitirmiştir. 

Antisemitizm kelime anlamıyla ‘’Yahudi karşıtlığı’’ anlamıyla kullanılmakta olup bu kavramın tarihte ne zaman ortaya çıktığını tespit etmek oldukça zordur zira Yahudiler var olduğundan beri oldukça büyük zorluklara, göçlere, kıyımlara maruz kalmışlardır. Bunun sebebinin kutsal kitaplardan olan İncil’in ve Kuran-ı Kerim’in içerisindeki hikayeler ile çizilen Yahudi profili olduğu düşünülebilir. İki kutsal kitabın en önemli ortak noktası Yahudiler’in Allah’ın emir ve buyruklarına itaat etmedikleri, harama ve hırsızlığa battıkları, toplum içinde fitne fesat çıkarmaları, paragöz olmaları gibi olumsuz ithamlardır. İsa Peygamber’i ele vermeleri yüzünden İsa çarmıha gerilmiştir, bu fikir de çok büyük kitlelerce kabul edilmiştir. O halde antisemitizmin temelinde teolojik ihtilafların rolü yadsınamaz. Ancak sadece teolojiye atfetmek basmakalıp ve yetersiz kalabilir çünkü Nazi Almanyası’nda olduğu gibi Yahudi karşıtlığında ekonomik sebepler, sınıf çatışmaları ve sosyolojik sebepler de etkilidir. Bu yüzdendir ki; Nazi Propagandası’nın en verimli kurgusu, antisemitik propagandalar olmuştur. Böylece, toplumda iki blok oluşmuş halkta ayrışma keskinleşmiştir. Ötekileşmenin yoğun olduğu toplumlarda iktidar karşı taraf aleyhine en antidemokratik ve hukuka aykırı eylemlerde bulunursa bulunsun, kendisini iktidara yakın gören bireyler bu haksız eylemlere bir kılıf uyduracak ve sessiz kalacak en korkunç ihtimal ise iktidara destek olacaktır. çünkü totalitarizm, tahakkümü altındaki bireyleri propagandalar ve aldatmacalar silsilesi içerisinde kendi ideolojisinin suç̧ şeriki haline getirir ve doğal olarak bir suç ortağı diğer ortağına biz suç işliyoruz hakikatini hatırlatıp baş kaldırmaz. Bu suç ortağı bazen bir gizli polis ya da ajanmış gibi hareket eder ve iktidardan aksi düşünenleri yönetime ihbar edecek böylelikle yönetimin sadık ortağı olma sıfatını sürdürecektir. Totaliter iktidarlar; kendisiyle farklı düşünen bireylere vatana ihanet eden hainlermiş gibi davranarak kimin tutuklanıp kimin toplumdan tasfiye edileceğine karar verir. Bir kişi tutuklandıktan sonra gerçek düşüncelerinin ve planlarının artık hiçbir önemi yoktur. Naziler'e göre Yahudiler Siyonist komplonun parçası olup Alman ırkı için tehlike arz etmekte, komünistler ise Büyük Almanya hayalini bozmaya çalışmaktadırlar.

 

 NAZİ HUKUKU’NUN ARAÇSALLAŞMASI 

NSAİP’in ırkçı tutumu onların parti programlarına da yansımış, parti programının 5. maddesine göre, “Sadece Alman kanından olan yurttaş olabilir bu nedenle Yahudi vatandaş olamaz ,vatandaş olmadıklarından Almanya’da sadece misafir olabilirler ve Yabancılar Yasası’na tabi tutulmalıdır.”  NSAİP parti programına bu maddeyi eklediğinde Almanya nüfusunda yüzbinlerce Yahudi Vatandaş bulunmaktadır. Partinin programında olan buna benzer ırkçı maddeler zamanla kanunlara dönüşecek ve tarihin en ayrımcı Nürnberg Yasaları ortaya çıkacaktır. Naziler bu yasanın temelinde Alman yönetici ırkının diğer ırklardan üstün olduğuna inanarak buna dayalı yasalar çıkarmıştır. Nazi Yasaları Yahudilere, Romanlara, siyasi muhaliflere, engellilere ve diğer bazı azınlıklara karşı ayrımcı ve baskıcı önlemler içermektedir. Nazi Hukuku, Alman Hukuku’nun ve mahkemelerinin sağlıklı bir şekilde işlemesini engellemiş böylece yasal güvenliği ortadan kaldırmıştır. Kanunlar NSAİP lehine değiştirilmiş ve yasal süreçler siyasi manipülasyona tabi tutulmuştur. Bağımsız mahkemelerin yerini NSAİP'a sadık yargıçlar almış ve yargı erki siyasi baskı altına girmiştir. Nürnberg Yasaları; Yahudilerin Alman vatandaşlığını ve çoğu temel haklarını reddeder. Bu kanunlar ile Yahudilerin tanımını oluşturulmuş ve Yahudilere evlilik ve vatandaşlık gibi birçok alanda kısıtlamalar getirmiştir. Ayrıca Yahudi mallarına el konulması ve Yahudilerin toplama kamplarına nakledilmesi gibi uygulamalar da Nazi Hukuku’nun bir parçası haline gelmiştir. Nazi Yasaları, toplum üzerinde totaliter kontrolü sürdürmek için de kullanılmıştır. Bireylerin özgürlükleri ifade ve basın özgürlüğü kısıtlanmış, siyasi muhalifler bastırılmış bununla kalmayıp halkın Nazi rejimine bağlılığını sağlamak için propagandaya dayalı bir hukuk sistemi oluşturulmuştur böylece yerleşik Alman Hukuk düzeni dönüştürülerek yozlaştırılmıştır. 

Dönemin mevcut Alman Hukuku’nun Alman milliyetçiliğine ve tarihinin ruhuna uygun olmadığı her defasında kitlelere çeşitli kanallar aracılığıyla aşılanmıştır. Hukukun temel misyonu olan; eşitler arası dengeyi sağlamak ve bireyi devletin orantısız gücünden koruma düşüncesi terkedilmiş olup ‘’Almanlar’ı herkesten koru ve düşmanı yok et’’ ilkesi benimsenmiştir. Daha sonraları, Naziler Almanya'da tek parti sistemini kurarak temelli demokratik süreci ortadan kaldırmıştır. Nazi Rejimi mahkemeleri de etkilemiş ve onları parti politikasını uygulamaya yönlendirmiştir. Yargıçlardan bağlılık yemini etmeleri ve iktidarın ideolojisine uygun kararlar vermeleri beklenmiştir. Yargı sistemi, muhalifleri ve hedef grupları yargısız infaz etmek bunu da yasal zemin üzerinde gerçekleştirmeyi hedeflemişlerdir. Nazi Hukuku devletin mutlak iradesini totaliter kontrol ile sağlamaya çalışmıştır.

 

KISIRLAŞTIRMA YASASI 

Nazilerin uyguladığı kısırlaştırma politikaları, "Kısırlaştırma Yasası" veya resmi adıyla "Reich Kısırlaştırma Yasası" olarak bilinmektedir. Yasa, Nazi Almanyası tarafından 14 Temmuz 1933 tarihinde kabul edilmiştir. Kısırlaştırma Yasası, kalıtsal hastalıklara sahip olduğu düşünülen veya "ırksal değersiz" olarak sınıflandırılan bireylerin kısırlaştırılmasını hedeflemiştir. Buna göre; şizofreni, otizm, Down Sendromu, mental engeller, epilepsi ve çeşitli akıl hastalıkları gibi kalıtsal olarak aktarılabilen hastalıklara sahip olan bireylerin kısırlaştırılması zorunludur. Bir diğer ifadeyle, genetik bozukluğu olan herkesin, tıbbi raporların doğacak çocuğun ciddi bir kalıtsal fiziksel veya zihinsel bozukluğu olduğunu göstermesi durumunda kısırlaştırılabileceğini öngörmektedir.

Kısırlaştırma Yasası, bireylerin doğal üreme yeteneklerini ortadan kaldırarak, sözde "aşağılık ırkların" nesillerinin devamını engellemeyi hedeflemiştir. Bu yasa, Nazi ideolojisi tarafından saf Alman ırkını korumayı istemiştir. Kısırlaştırma işlemi, cinsel organların cerrahi olarak çıkarılması veya işlevlerinin bozulmasını içerebilir. Bu işlem, genellikle kişinin rızası olmadan veya baskı altında gerçekleştirilmiştir. Rejim, 1933 yılından itibaren yaklaşık 400.000 ila 500.000 kişiyi kısırlaştırmıştır. Bu kısırlaştırma politikaları, rejimin ırkçı ideolojisinin en çarpıcı sonucudur. Görüldüğü üzere rejimden bizzat Almanlar halkı da zarar görmüştür. 

Kısırlaştırma Yasaları, Holokost'un daha büyük ve daha korkunç soykırım politikaları haline gelmesine de sebep olmuştur. Bugün, kısırlaştırma politikaları Nazi Rejimi’nin insanlık dışı uygulamalarının bir örneği olarak görülmektedir. Bu genetik bozuklukların arasına; epilepsi, kalıtsal körlük, kalıtsal sağırlık, kalıtsal ciddi sakatlık ve örnekleri gösterilebilir. İktidarın böyle bir yasaya ihtiyaç duymasının sebebi Nazi Öjeneği politikasıdır. Bu politikaya göre, Alman bireylerin sağlıklı unsurları çoğaltılmalı, sağlıksız unsurlar ise olabildiğince azaltılmalı ya da yok edilmelidir. Bu doğrultuda Darwin'in görüşlerinden etkilenilmiştir bu görüşe göre; evrimsel ilerleme öncelikle  hayatta kalma mücadelesindeki zayıfların ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Hitler de bu bu fikirden etkilenmiş, fiziksel ya da zihinsel engeli olanlar ulusu zayıflatmakta ve üredikçe toplumun genetiğinde bir tehlike yaratacağı fikrini benimsemiştir. O halde Nazizm sadece sosyolojik ve politik alana sızmamış aynı zamanda halkın biyolojik gelişimine de müdahale etmiş ari bir Alman ırkı oluşturmayı hedeflemiştir.   

Kısırlaştırma müdahalesi ile; totalitarizmin bireyin varoluşundaki biyolojik şanssızlıklarına dahi müdahil olmasıyla, bireyleri ne derece despot bir tahakküm altına aldığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. İlgili yasanın hayat bulabilmesi için bir hukukçu ile iki doktordan oluşan sağlık mahkemeleri, bu mahkemenin kararlarının hukuka uygunluğunu denetleyebilmek için bir temyiz mahkemeleri dahi kurulmuştur. 1933-1936 yılları arasında Almanya sınırları içerisinde bu mahkemeler 250 sayısına kadar ulaşmıştır. Naziler, iktidarı boyunca 300.000 üzerinde insan kısırlaştırılmıştır.  Bu politika insanlık tarihinin en büyük trajedisi olacak Holokost’u da beraberinde getirecektir. Çünkü Naziler’in Yahudileri ve diğer tüm ırklara olan bakış açısı ve bundan doğacak insanlık suçları Darwinizm temellidir.Ancak, Naziler Darwin’in “doğal seçilim” teorisini insan ilişkilerine uyarlayarak büyük bir hata şayet bilincinde iseler de korkunç bir kurnazlık yapmışlardır. Çünkü Darwin asla bu fikirlerinin insan yaşamına uygulanacak fikirler olduğunu iddia etmemiştir. Darwin’in asıl mesajı insanların tek türden geldiğini ortaya koymak iken Naziler Aryan ırkının diğer ırklardan üstün olduğu mesajıyla menfaatlerini gözetmişlerdir. Nitekim Darwin’e göre hiçbir ırk diğerinden üstün değildir zaten aynı türden gelen her ırktan insanların birbirinden üstün olması mantıksız ve mümkün değildir. Burada Naziler’in bilimi dahi kendi menfaatleri için ne derecede yönlendirebilmesiyle manipülasyon marifetleri görülmektedir. 

Günümüzde en genel tanım ile hukuk; toplum halinde yaşayan bireylerin devlet ile, bireyin birey ile olan ilişkilerini düzenleyen, bireyi her alanda korumaya yönelik genel, soyut, sürekli, bağlayıcı kurallardır. Bu tanımla birlikte, kurallara aykırı davrananların bir müeyyideye tutulmuş olması ve bu müeyyidelerin uygulanabilmesi için hukuku uygulayacak olan egemene kamu gücü gibi bir kudretin verilmesini sağlamıştır. Temelinde bireyin yaşama hakkını, bedenini ve mülkiyetini koruma amaçlı ortaya çıkan hukuk, Nazi Almanyası’nın Kısırlaştırma Yasaları örneğinde görüldüğü üzere totaliter rejimlerin ideolojik yaklaşımlarının aracı haline gelmiştir. İktidar, Darwinizm temelli bu fikrinin meşruluk kazanması için birçok çalışma yapmıştır. İlgili uygulama yasalaştırılarak hukuk sınırları çerçevesinde koyulmuş, yasanın uygulanması için özel görevli mahkemelerin kurulmuş, mahkemelerin faaliyetleri sonucunda tespit edilen bireylerin kısırlaştırılmıştır. 

Günümüz evrensel hukukunda ‘’kişinin beden dokunulmazlığı’’ bireyin sahip olduğu en temel haklardandır. Nitekim bu temel hak birçok ulusal ve uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmıştır. 20 Mart 1950’de Roma’da imzalanmış̧ ve 3 Eylül 1952’de yürürlüğe giren, taraf devletler bakımından bağlayıcı nitelikte olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, insan haklarının korunması ve geliştirilmesini hedeflemektedir. Kısırlaştırma uygulaması bu sözleşmenin 8. Maddesi olan ‘’Özel ve Aile Hayatına Saygı Hakkı’’ çerçevesinde ciddi bir insan hakları ihlali niteliğindedir. Bu koruma kapsamının sebebi, her bireyin yaşama, maddi ve manevi varlığını sürdürebilme ve geliştirme hakkı vardır bu ırk, millet, din, mezhep ayrılıkları gözetmeksizin sadece ‘’insan’’ olma ve bundan ötürü onurlu bir yaşam sürme hakkıyla ilişkilidir. Kısırlaştırma Yasasıyla bu hakları ciddi anlamda ihlal etmiştir. 

 

NÜRNBERG YASALARI 

Nürnberg Yasaları, Nazi Almanyası’nda 1935 yılında çıkarılan; Reich Vatandaşlık Yasası ve Alman Kanını Ve Onurunu Koruma Yasaları’nın tümüne verilen isimdir. Nazi Hükümeti bu kanunlar ile Yahudiler’e ayrımcılık yapılmasını yasal zemine oturtmuştur. Esasen temel amaç; Yahudileri toplumdan dışlamak ve Alman Vatandaşları’nı hak ve ayrıcalıklardan mahrum ederek Yahudiler’i tamamen yok etmektir. Nürnberg Yasaları ile insanlığa karşı işlenen tüm suçlar meşru bir alana sığdırılmış, zulüm ve soykırımın önünü açmıştır. Bu yasalar, Nazi Almanyası tarafından insan hakları ihlalleri ve insanlığa karşı suçlarla karşımıza çıkan bir dönemi simgelemekte, aynı zamanda rejimin ırkçı fikirlerini somut şekilde önümüze sermektedir. Bir diğer yandan Yahudi soykırımının da hem cesaret hem yasal dayanağıdır. 

 

REİCH VATANDAŞLIK YASASI 

Reich Vatandaşlık Yasası, 15 Eylül 1935'te  kabul edilmiştir. Alman vatandaşlığını tanımlayan ve Yahudileri, toplumdan tamamen dışlayan bir ayrımcılık politikasının resmi  kurallarıdır. Reich Vatandaşlık Yasası'nın temel amacı, Alman Vatandaşlığı’nı yalnızca "Alman kanına" mensup kişilere vermek ve Yahudileri vatandaşlık hakkından tamamen mahrum bırakmaktır.

Bu yasaya göre bireyler devletin önünde ikiye ayrılıyordu; Reich Vatandaşı olarak kabul edilenler yani tam Alman vatandaşları ile devlet himayesine sahip kişilerdi. Devlet himayesine sahip kişiler ise Alman olmayan diğer gruplardır. Bu ikili ayrımla birlikte Alman kanına sahip olmayanlar temel haklardan faydalanamaz. Yahudileri de kendi aralarında ayrıştırmak için ‘’tam Yahudi’’ ve ‘’melez’’ olarak ayrım yapılmıştır. Bu tanıma göre en az üç Yahudi büyükanne ve büyükbabaya sahip olanlar tam Yahudi, bu sayı üçten az ise melez Yahudi sayılacaklardır. Böylece Yahudiler de kendi aralarında sosyal ve siyasi olarak hiyerarşi oluşacaktır. Bunun sebebi ‘’tam Yahudiler’’ Almanlar için ciddi bir tehlike taşımakta olup tamamen toplumdan izole edilmeleri gerektiği fikriydi. Melezler ise geçmiş kökenlerinde Alman kanı taşımaları ihtimali yüksek olduğundan daha az tehlikelilerdi. İşin özünde bu da bir politikaydı. Hükümet direkt olarak tüm Yahudileri toplumdan dışlamak yerine onları da kendi aralarında da ayırarak halkın hem nabzını ölçtü hem de kitlelerin geniş tepkisini almayı engellemiştir. Yahudiler de kendi aralarında ayrıştıklarından birbirlerinden uzaklaştılar böylece iktidara karşı topyekûn bir direnişin gerçekleşmesi de engellenmiş oldu.

Reich Vatandaşlık Yasası’nın başlıca unsurları şunlardır: Yahudiler, Alman vatandaşlığı alamazlardı bu nedenle Alman vatandaşlarıyla evlenmeleri veya cinsel ilişkiye girmeleri yasaktı. Yahudiler, Alman Halkı’nın hizmetini sağlayacak kamu veya askeri görevlere atanamazdı. Vatandaşlık Yasası, Yahudileri Alman toplumundan tamamen dışlayan bir ayrımcılık politikasını resmileştirdi. Bu yasa, Nazi rejiminin Yahudilere yönelik baskı, ayrımcılık ve soykırım politikasının temelini oluşturmasında önceki politikalara göre daha net bir antisemitik adımdı. Bir diğer ifadeyle antisemitizmin yasallaştırılması bu yasayla görünür hale gelmiştir.

 

ALMAN KANINI VE ALMAN ONURUNU KORUMA YASASI 

Alman Kanını Ve Alman Onurunu Koruma Yasası; Nürnberg Kanunları’nın ikinci yasası olmakla birlikte, özellikle Alman ve Yahudi bireylerin kişisel ve sosyal ilişkilerine “adeta bir yasal duvar” koymuştur. İdeolojinin zehri öylesine yayılmış ve olağanlaşmıştır ki Alman ile Yahudilerin cinsel ilişkileri “ırkı kirletme” iddiasıyla yaftalanmıştır. Bu yasaların ana maddeleri şunlardır: 

Madde 1:

-Yahudiler ile Alman veya ilgili kan devletinin denekleri arasında evlilikler yasaktır. Yine de yapılan evlilikler, bu yasayı atlatmak için yurt dışında yapılmış olsa bile geçersizdir

Madde 2: 

-Yahudiler ile Alman veya ilgili kan devletinin denekleri arasındaki evlilik dışı ilişkiler yasaktır. 

Madde 3:

-Yahudiler, hanelerinde 45 yaşın altındaki Alman veya ilgili kan devletinin kadın işçileri istihdam edemezler. 

İlgili maddelerde iktidarın; kişinin kiminle evleneceği, kiminle cinsel birliktelik yaşayacağı, kimi yanında çalıştırabileceği tercihlerine kadar haksız ve aşırı müdahalesi söz konusudur. Rejim sadece düşünce ve ifade özgürlüğü gibi temel hakları yok etmemiş aynı zamanda bireyin düşünce yapısını ve sosyal ilişkilerindeki tutumunu dahi ele geçirmiştir. Birey, böylesine bir ortamda baştan aşağı ve tüm benliğiyle artık rejimin bir robotudur. Böylece rejim kendi yarattığı robotlara en rahat şekilde hükmedecektir. Bireyler de kendilerinin kutsal kan taşıdıklarına olan inançla, rejimin yarattığı düşmanlarla mücadele edebilmek için artık kendi gerçekliğinden vazgeçecek ve rejimin despot kişiliğine hapsolacaktır. Yoğun propagandalar ile birey, sözde düşmana karşı öylesine yalnız ve tehlikede hissettirilmiştir ki bu noktada bireyin tek başına var olmak istemesi düşünülemez, birey ancak bir bütün olarak topluluk içinde her eyleme ve herkese rağmen hayatta kalabileceğine inanır. Üstün ırk-ortak düşman propagandası sadece totaliter rejimlerin değil otoriter rejimlerin ya da demokrasi anlayışı kusurlu iktidarlarca kullanılan bir yöntem olarak halen varlığını sürdürmektedir.

Bir devletin, hukuku, evrensel hukuk nosyonundan ve insan haklarını koruma mekanizması olmasından uzaklaştırması, diğer ülkelerin de aynı eyleme girişmesine cesaret olur. Tıpkı bir devletin iç hukukunu ihlal eden bir suçu cezalandırmaması ve toplumda diğer potansiyel suçlulara suç işlemelerine dair cesaret vermesi halinde olduğu gibi diğer ülkeler de Naziler’in bu ırkçı ve antisemitik yasalardan ilham almıştır. Örneğin Faşist İtalya 1938 yılından Yahudileri vatandaşlıktan çıkarmış ve tıpkı Naziler gibi Yahudiler ile İtalyanlar arasındaki cinsel ilişkileri ve evlilikleri yasaklamış ayrıca bu eylemlere yol gösterici nitelikte olacak Irk Manifestosu’nu yayınlamıştır. Hemen ardından 1940 yılında Romanya’daki iktidar Rumen Yahudilerin hukuki durumlarını etkileyen yasalar çıkarmıştır. Diğer örnekler olarak Bulgaristan ve Hırvatistan da benzer yasalar ve tutumlar ile rol almışlardır. Nazi Almanyası rejiminin mağdurları sadece Yahudiler olmamış, muhalif bireylere, sendikalar, insan hakların savunucularına, gazetecilere bu dönemde sindirilmiş, tutsak edilmiştir. 

Totalitarizminin, eylemleri genel hukuk prensiplerine ve bireylerin temel hak ve özgürlüklerine uygun düşmemekte günümüzde çekirdek hak olarak adlandırılan “Yaşama Hakkının” dahil ihlal edildiği görülmektedir. Naziler her ne kadar bu eylemlerini kendilerinin yaptığı hukuk kurallarına uygun olduğunu ve bu yaratılan hukukun daha nitelikli ve faydalı hale getirildiğini savunsalar da yapılan eylemler evrensel adalet ve hukuk anlayışına aykırıdır. 1945 yılında Alman askeri kuvvetlerinin teslimi ile sona eren Alman İmparatorluğu’nu zorlu bir süreç olan Nürnberg Mahkemeleri’nin yargılamaları beklemiş, bu mahkemede “insanlığa karşı suçlar” “savaş suçları” gibi dönemin eylemleri yargılanmıştır.Yargılanan Nazi askerlerinin “hukuku uyguladık” savunmaları, elbetteki işledikleri suçları aklamaya yetmemiştir. 

Ayrımcı politikalara sahip Nazi Hukuku Almanya’yı ayrımcı yasalarla değiştirmiş, totaliter bir yaklaşımla bireylerin temel hak ve özgürlüklerini baskıcı politikalarla ortadan kaldırmış, tarafsız ve bağımsız olması gereken mahkemelere rejimin savunucusu haline gelecek hakimleri atamış, Yahudiler’in yaşama, barınma ve birçok temel haklarını ellerinden almıştır. Tüm bu hukuka aykırılıklarla birlikte Holocoust ismi verilen korkunç Yahudi Soykırımı’nı gerçekleştirmişlerdir. Hukuk rejimin aracı ve bireylerin hak ve özgürlüklerine doğrultulmuş bir silah haline gelmiştir. 

Totaliter Nazi Almanyası, gerek geçmiş döneminde gerekse günümüzde bazı Nazi yanlılarınca 2. Dünya Savaşı’nın katı konjonktürel ortamı ileri sürülerek aklanma çabasına girilmiş, bu despot rejimin toplumun sıhhati ve kamu düzenin sağlanması için gerekli olduğu savunulmuştur. Söz konusu totaliter Nasyonal Sosyalizm; tüm toplumu kendi içerisinde yabancılaştırıp birbirinden ayrıştırır bunun rejime en önemli katkısı; bireyin toplum içinde kendisini yalnız ve güçsüz hissedip, benliğini ve mülkiyetini koruma gücüne fazlasıyla sahip devlete sığınmasının sağlanmasıdır. İdeoloji varlığını sürdürebilmek adına kutsallar yaratılmış ayrıca, bu kutsalları içselleştirmeyen, eleştiren ya da kabul etmeyenler korkunç işkence yöntemleriyle fiziksel ve psikolojik olarak sistematik işkenceler görmüşlerdir. Korkutulup, sindirilen bireyler ise kitle iletişim araçları ve yoğun propagandalar ile çizilmek istenen portrenin içinde tutulmaya çalışılmıştır. Bu amaç doğrultusunda tek lider ve tek parti argümanları bireyi de tek tipleştirmeye yardımcı olmuştur. Yapılanlara meşruluk kazandırmak amacıyla menfaatler yasalaştırılmış, rejimin düşman olarak nitelendirdikleri korkunç yöntemlerle cezalandırılmıştır. 

Sonuç olarak; totalitarizm yanlılarının; devletlerin daha hızlı gelişim sağlamak ve daha fazla istikrar elde etmek amacıyla totalitarizmin gerekli olduğu iddiasının tam aksine, totalitarizmin, bireyin; devletin sınırsız gücünü dizginleyebilmek adına sahip olduğu tek sistem olan hukukta yarattığı olumsuz etkileri ve hukuk düzenine ciddi tahribatlar veren despot bir sistemden fazlası değildir.

AV. ŞEVVAL TAŞKIN                                                                                                                                                                                         

 

 

 

 

 

 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR; 

1-Arendt, H. (2014a). Totalitarizmin Kaynakları/1 Antisemitizm (5.b.). (B. S. Şener, Çev.) İstanbul: İletişim Yayıncılık. 

2-ARENDT, Hannah (2014b). Totalitarizmin Kaynakları /3 Totalitarizm, 1. Basım, çev. İsmail Serin, İstanbul: İletişim Yayıncılık. 

3-Arendt, Hannah, The Origins of Totalitarianism, New York, Harcourt Brace, 1973 

4-BAUMAN, Zygmunt (2016). Modernite ve Holokaust, 1.Basım, çev. Süha Sertabiboğlu, İstanbul: Alfa İnceleme. 

5-Bayram, Enver. Kur’an’da Psikolojik Ceza. Ankara: İlâhiyât, 2. Basım, 2019. 

6-Douglas, Lawrence,The Memory of Judgement: Making Law and History in the Trials of the Holocaust, New Haven and London, Yale University Press, 2001 

7-Facing History & Ourselves,”The Nuremberg Laws” 

8-FRIEDLANDER, Henry, “Engellilerin Ayıklanması ve Katledilmesi”, Nazi Almanyasında Toplumdan Dışlananlar, (Çev. B. Tanrıseven, F. İşbuğa Erel, S. N. Şad), (Ed. R. Gellately, N. Stoltzfus), Phoenix Yayınevi, 1. Basım, Ankara, 2002 

9-Günal, Hüseyin (2014), “İnsanlığa Karşı Suçlarda ‘İnsanlık’ Ne Manaya Gelmektedir: Felsefi Bir Analiz” 

10-Hitler, A. (1999). Kavgam. İstanbul: Ekol Yayıncılık. 

11-Kennedy, Paul, (Çev. Birtane Karanakçı), (1993). Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4.Baskı, Ankara. 

12-ROAGNA, Ivana, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkının Korunması, Avrupa Konseyi, Strazburg, 2012, s. 24.

13-Steinweis, Alan E., Robert D. Rachlin (2013), The Law In Nazı Germany: Ideology,Opportunism and the Perversion of Justice, 1.Baskı,New York, Berghahn Books (Çeviren: Turanlı, Kıvılcım (2020), Nazi Almanyası’nda Hukuk: İdeoloji, Fırsatçılık ve Adaletin Saptırılması, 1.Baskı, Zoe Kitap, İstanbul) 

14-ZIZEK, Slavoj (2013). Biri Totalitarizm mi Dedi? Bir Nosyonun (Kötüye) Kullanımına Beş Müdahale, 3. Basım, çev. Halil Nalçaoğlu. Ankara: Epos Yayınları. 

 

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı.

Yorum Yaz


En fazla 500 karakter. 500 karakter kaldı.